Eylül 27, 2024

EMANETE HIYANET; İSRAF

 Spot:*** İsraf bize emanet verilen nimetlerin, imkanların kullanımında haddi aşmak demektir. Allah yeryüzünü bizim istifademize sunmuş lakin bunda bir sınır getirmiştir. İnsanoğlu ise nefsine uyarak bu haddi aşmakta hem dünyanın hem de kendi sonunu getirmektedir.

*** Bize emanet olarak verilen ömür sermayesini yeryüzüne hakkın hakim olmasını sağlamak için harcamayarak, yine bize verilen mekan ve imkanları emanet oldukları şuuruyla kullanmayarak israf ediyoruz.


Elif ÖRS

    Eşref-i mahlukat olarak yaratılmış insanoğlunun imtihan yeri dünya aynı zamanda insanın sorumluluğuna verilmiş bir emanettir. Allah'a karşı kul olarak sorumluluklarımız ve vazifelerimiz yanında bize emanet olarak verilen nimetlerden de sorumluyuz ve bu emanetler imtihanımızın birer parçası. Kul olarak önde gelen sorumluluğumuz ise emanet olarak verilenleri israf etmeden o nimetlerden istifade etmektir.

   O zaman sorumlu olduğumuz Dünya'nın durumuna bir bakalım: Dünya'da Birleşmiş Milletlerin verilerine göre 195 egemen devlet  ya da ülke var. Ortalama dünyada yaşayan insan sayısı yedi milyar altı yüz milyon kadar. Bu nüfusun yaklaşık yüz elli beş bini her gün ölüyor.  Dünya' da aç insan sayısı sekiz yüz milyon kadar, verilere göre yazarsak 828.817.662 kişi. Aynı dünyada ise  obez insan sayısı ise 709.117. 135. Böyle adaletsiz dünyada ise günlük açlıktan ölen insan sayısı otuz bin küsür. Yine bu her yanından israf akan dünyada sadece Amerika'da kilo kaybetmek için günde harcanan para 186.192.551 dolar. Yani birileri açlıktan ölürken birileri ideal kiloya gelebilmek, zayıflayabilmek için milyon dolarları harcıyor. Dengesiz ve adaletsiz gelir dağılımın sonucu birileri açlıktan ölürken kimileri de fazla yemekten, hadsizce harcadıkları, israf ettikleri için ölüyor.

    Sayısal verilere bakmaya devam edelim. Yaşadığımız dünyayı, bize emanet verilen dünyayı tanımak için diğer israf ettiğimiz ve canlılar için olmazsa olmazlardan olan suyu ele alalım. İsraf edilen emanetlerin, nimetlerin başında su gelmekte. Burada da korkunç rakamlarla karşılaşıyoruz. Yedi milyar küsürlük dünya nüfusunun 853.247.708’i temiz ve içilecek suya erişemiyor. Ve bir sene içinde suya bağlı olarak vefat edenlerin sayısı ortalama 465 bin civarı. Bizler varlığının önemine bile varamadığımız temiz suya birileri erişemediği için ölümle karşı karşıya kalıyor. bizler nasılsa parasını ödüyoruz diyerek pervasız kullandığımız suya ulaşabilmek için birileri bu gezegende kilometrelerce yol yürüyor. 

    Dünyada israf edilenlerin başında ise aslında insan geliyor. Dünya onun için yaratıldı. Diğer yaratılanlar onun istifadesi için yaratıldı. Allah-u Teala insana “kulum” dedi. Temiz fıtrat üzerine yaratıldı. En kıymetli olarak yaratıldı. Ama en fazla israf edilenlerin başındadır insanoğlu. İnsan yaptıkları ile hem zalimdir. Hem de mazlumdur. Dünyada her gün savaşlar, çatışmalar, iç çekişmeler, iş kazaları, uyuşturucu ve alkol bağımlılıkları, insan kaynaklı kazalar ve yanlışlar yüzünden onlarca insan ölmekte. Kimisi engelli kalmaktadır. Yine tek örnek üzerinden rakamlara bakalım. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin yaptığı açıklamaya göre savaş ve şiddet olaylarının yaşadığı kriz bölgelerinden kaçanların sayısı 2016 sonu rakamlarında 65 milyon 600 bin civarı. Bu da her dakika 20 kişinin mülteci konumuna düştüğünü gösteriyor. Ve dahası temiz fıtratla yaratılan insan ise dünyada büyük tahribata ve ifsada uğrayarak bozularak israf edilmektedir. Ki bu konu başlı başına ayrı bir dosyanın konusudur.

    Bize emanet verilen dünyanın hali bu. Ortaya çıkan sonuç ise insanoğlu olarak hem dünyanın kaynaklarını sorumsuzca kullanarak israf ediyoruz. Hem insanı savaşlarla, çatışmalarla israf ediyoruz. Hem de insanı fıtratı üzerine yaşamasını temin etmeyerek israf ediyoruz. 

    Dünyada yaşanılan bu israf bir sistemin sonucudur. Ahiret hayatına inanmayan ve hasep vereceğini inanmayanların kurduğu bu sistem sömürü sistemidir. Bu israf rakamları bu sisteminin sonucudur. Bu sistemi bilerek kuranlar olduğu gibi bilmeden uyan milyonlarca insan mevcut. Hatta bilinçsizce yaşıyorsak ve tüketimimizi ihtiyaçlarımıza göre değil de arzularımıza göre yapıyorsak biz de bu tablonun oluşmasında katkımız var demektir. Daha ötesi bu sömürü ve israf sistemi farketmiyorsak ve böylece yaşamaya devam ediyorsak artık bu çarkın dişlilerinden biri de biz olmuşuz demektir.

    Bize emanet olarak verilen ömür sermayesini yeryüzüne hakkın hakim olmasını sağlamak için harcamayarak, yine bize verilen mekan ve imkanları emanet oldukları şuuruyla kullanmayarak israf ediyoruz. Müslümanlar olarak sorumluluğumuz sadece ülke sınırlarıyla çizilmiş değildir. Müslümanlar için yeryüzü mescid kılınmış yani yeryüzünün her yeri müslümanların sorumluluğu altındadır. Dünyadaki bu israfı önlemek ilk önce müslümaların görevidir.



Not: Ağustos 2018 Maaile dergisinde yayımlandı.

Eylül 13, 2024

Bitmemiş/ Yarım Kalmış Süt

Edebiyat dünyasında bir şehir efsanesine dönüşmüş “Dünyanın en kısa öyküsü” meselesi vardır: “Satılık: Bebek Ayakkabıları. Hiç Giyilmemiş.”  Bu öykü bir şehir efsanesi olsa da yaşadığımız dünyada en kısa öykü Gazze’de yaşandı. Gazze’den gelen bir fotoğraf. Fotoğrafta yıkıntılar içinde bir miktar süt olan birkaç yaşındaki bebek biberonu, üstündeki yazı İngilizce “unfinished” yani “bitmemiş, yarım kalmış” yazıyor.

Tüm kalem erbaplarının yazdıklarını çöpe atacak kadar derin bir öykü. “Bitmemiş süt” öyküsü. Neler anlatıyor o biberon?! 

Tüm dünyanın gözü önünde bir milletin soykırıma tabi tutulması…

Bir işgalin anatomisini… 

Irkçı emperyalizmin bin yıllık planlarını…

İnsanlık tarihinde ‘erkek çocuklarını Firavun’un katlettiği bir milletin’ hiçbir ayrım yapmadan bebeleri hedefine koymasını…

II. Dünya Savaşı’nda Almanların hışmından Ortadoğu’ya kaçıp gelenlerini kendilerine kucak açanlara karşı verdiği tavrı…

Yıllardır ekranlarında demokrasi, insan hakları, gelişmişlik, çağdaşlık nutukları atan batının gerçek yüzünü…

Batının kurduğu sistemi mükemmel sistem olarak gören akademisyenlerin dünya gerçeği ile yüzleşmelerini…

Dünyanın en güçlü teknoloji ve silahlarına sahip olan kaba kuvveti üstün tutanların yani batılın esas hedeflerinin Hz. Musa (as) gibi bebekler olduğunu…

“Küfrün tek millet” olduğu, yani “tek merkezden” yönetildiğini…

Dünyadaki en tehlikeli işgalin askeri işgalden öte zihinsel işgal olduğunu…

Müslümanların yaşadığı coğrafyadaki yöneticilerin iş birlikçiler olduğunu…

Bir avuç özgürlüğe inanmış mücahitlerin, Allah’ın yarattığı kulların başkasına kul olmaması gerektiğini tüm dünyaya haykırdığını…

Erbakan Hoca’mızın “Bir milletin asıl gücü; tankı, topu, tüfeği değil inançlı ve imanlı gençliğidir” sözünün cisimleşmiş halini HAMAS’ın dünyaya ispat ettiğini…

Filistin’in bir coğrafi değil, imanî bir mesele olduğunu…

Savaş hukukunda vurulmaması gereken hastanelerin, camilerin, kiliselerin nasıl acımasızca vurulduğunu…

Hastaneye hasta taşıyan ambulansların dünyadaki ana akım medyanın gözleri önünde durdurulduğunu…

Katil İsrail’in saldırıları sonucu şehit olanların toplu halde mezarlara gömülmesini…

Yaklaşık bir asırdır süren işgal edilen, on yedi senedir abluka altındaki insanlara en temel ihtiyaç olan bir bardak suyu bile ulaştıramayan kocaman kudretli (!) dünyayı…

Müslüman ülke liderlerinin, Gazze’de katledilen insanlara yardım edebilmek için bile İsrail’den izin beklediğini…

Filistin’i, Mescid-i Aksa’yı edebiyat sohbetlerine meze yapanları…

Belediyelerin düzenlediği kültür programlarında “Filistin şiirleri” okuyarak ülkesinden işgalci İsrail’in limanlarına giden gemiciklerin üzerini örten “belediye şairlerini”…

Anlatıyor o yarım kalmış bebek biberonu!

Daha da anlattıkları var: 

“Filistin’in yanında olmak” deyince kendi rahatını bozmadan, kendi geleceğini tehlikeye atmadan, ırkçı emperyalizmin müsaadesi kadar “boykot yapmaya” izin verilen geniş müslüman coğrafya. İktidarlarını harekete geçirecek tek söz söylemeden, katil ile her türlü ilişkiyi kesmeye davet etmeden, vicdanlarımızı rahatlatacak kadar protestoları da anlatıyor. 

En önemlisi “annenin çocuğundan kaçtığı o hesap gününde” hepimizin sınavının kolay olmayacağını!

Oysa bu coğrafyada “Bitmemiş süt” hikayesi yerine Mescid-i Aksa’nın bahçesinde, babasının omuzunda gülmekten karnına ağrı girmiş bebelerin hikayesini de anlatabilirdi







Eylül 10, 2024

Bir De Buradan Kınayalım!!!


Dünyanın ilginç zamanlarından geçiyoruz. Tüm dünyanın gözü önünde canlı yayınlarda bir soykırım işleniyor. Gazze’de, işgalcinin yaptığı barbarlığı anlatmaya dünyadaki ne kalemler ne mürekkepler ne dijital platformlar yeter. Ama başta tüm dünyaya “insan hakları (!)” ihraç eden yüksek kültüre (!) sahip buzullarda yok olan kutup ayıları için bile dünyayı ayağa kaldıran batı ülkeleri; sonra da var olmalarını müslüman topluluğa borçlu olan, Allah’ın zulüm karşısında emrettiği şekilde davranmakla sorumlu olan müslüman ülkelerin liderleri sanki elleri kolları bağlıymış gibi hareket ediyorlar.

Şimdi müslümanlara yöneticilik yapan müslüman liderlerin haklarını yemeyelim. Toplanıp toplanıp soykırımı “şiddetli şiddetli kınıyorlar.” Mesela Suudi Arabistan haber ajansı “Filistinli şehit ve yaralı yakınlarından hac farizasını yerine getirecek bin kişinin ağırlanacağını” bildiriyor. Ne büyük hizmet! Ne büyük destek! İnsanın gözleri yaşarıyor müslüman ülkelerden gelen bu açıklamalarından dolayı. 

Birkaç müslüman ülkesinin hakkını da gerçekten yemeyelim. Birisi Yemen. Hem halk olarak hem de yönetim olarak ellerinden geleni yapıyorlar. Aksa Tufanı başladığından beri Yemenliler daha kendileri bir savaşın içinde olmalarına rağmen meydanları hiç boş bırakmadılar. Özellikle Cuma günü yapmış oldukları protesto eylemleri klasik bir hale geldi. Yemen yöneticileri de Kızıldeniz’e kıyısı olması imkanını kullanarak işgalci katile giden her gemiyi vurarak uluslararası gemi ticaretinin yolunu değiştirdi. Yemen’in Kızıldeniz’de yapmış olduğu faaliyetler sebebiyle küresel ticaret yapan birçok şirket katil israil ile ticaretini askıya aldı. Bu sebeple de Yemen durmadan israil’in destekçisi ABD ve İngiltere tarafından vuruluyor. Yemenlilerin şehirleri, limanları yerle bir ediliyor, şehitler veriyor, yaralıları artıyor. Ama ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Dünyadaki kayıplarını değil Allah’a verecekleri hesabı düşünerek yaşıyorlar.

Bir diğer ülke Maldivler. Geçtiğimiz hafta Maldivler, 12 saat içinde İsrail vatandaşları ülkelerini terk etmez ise tutuklanacaklarını ilan etti. Ek olarak İsrail vatandaşlarının ve pasaportuna İsrail vizesi olanların Maldivler'e girmeleri tamamen yasakladı. Maldivler'de bir plajda ise "Üstünde kan olan paranızı istemiyoruz.” tabelasını astılar.

Maldivler ülkemizde çok bilinen bir ülke değildir. Kimdirler, neler yaparlar, coğrafya olarak nerededir bilmeyiz. Bilenler ise turizm cenneti olarak bilir. Hemen söyleyelim nüfusunun % 97’si müslüman. Ve en büyük ekonomik gelir kaynağı da turizmdir. Günümüzde turizm, ülkenin en büyük döviz kaynağı haline gelmiştir. Turizm, ülke ekonomisinin %20'sini oluşturmaktadır. Bu bilgileri neden veriyoruz. Çünkü bir şeyleri ayırt etmede gerekli bilgiler. Şu istatistik bilgiyi de ekleyelim. Maldivler hükümeti verilerine göre, bu yılın ilk dört ayında Maldivler'i 528 İsrail vatandaşı ziyaret etti. Bu sayı 2023'ün aynı döneminde 4 bin 644 olarak kaydedilmişti. 

Maldivler’in bu tavrı şüphesiz sadece İsrail’den gelişleri durdurmayacak işgalcinin etkisinde olan ülkelerden gelişler de duracak oradan da ülke ekonomileri zarara uğrayacaktır. Ekonomi alanında en önemli gelir kaynağından elde edeceği kârdan vaz geçerek bir ülke soykırıma karşı elinden geleni ortaya koyuyor. Nüfusu tahmini olarak 400 bin bile olmayan bir ülkenin gösterdiği tavır birilerine örnek olur mu? Dünyanın diğer coğrafyalarında “büyük olmak”la övünen müslüman milletlere, devletlere örnek olur mu?

Maldivler’in açıklamasından günümüze kadar geçen sürede yaşananlara bakarsak hiç örnek olmamış. Cumartesi günü, D-8 ülkeleri dışişleri bakanları, Türkiye Cumhuriyeti ev sahipliğinde, İstanbul’da ‘Gazze gündemiyle’ toplandı. Toplantı büyük beklentiler oluşturmadı değil takip edenler tarafından. Ama sonuç metni tam bir hayalkırıklığı oldu. Sanki İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yaptığı şiddetli kınamalar yetmiyormuş gibi dünyada siyonizmin kurduğu sömürü sistemini ortadan kaldırıp adil temeller üzerine “Yeni Bir Dünya”nın çekirdeği olarak kurulan D-8’ler de kınadı. “Filistin halkına yönelik acımasız ve insanlık dışı İsrail saldırılarını en güçlü şekilde kınıyoruz.” dediler ve dağıldılar. Bir de buradan kınadılar.

Şimdi siz; Müslüman ülkelerden en fazla nüfusa sahip en büyük müslüman devletlerin bir araya getirilerek kurulan kuruluşun sonuç metnini ele alın; bir de küçük bir devlet olan Maldivler’in ortaya koyduğu tavrı ele alın. 

Allah’a teslimiyetin iliklerimize kadar işlemesi gereken şu hac günlerinde müslümanlar işin neresinde?



https://www.milligazete.com.tr/makale/20442145/elif-ors/bir-de-buradan-kinayalim


Eylül 08, 2024

İyiye, Güzele, Doğruya, Faydalıya ve Adalete Dair

İyiye, Güzele, Doğruya, Faydalıya ve Adalete Dair

Elif ÖRS

Ülkemizde günlük hayat içinde çok farklı sorunlar yaşıyoruz. Çoğu müslüman olan bir ülkede olmaması gereken olaylar; yerlere çöp atılması, bir hizmeti alırken oluşan kuyruklara kaynak olmak, hakkı olmadığı halde sosyal yardımlaşma için ayrılan bütçeden pay almaya çalışmak, daha önce o iş ile ilgili hiçbir çalışma yapmadığı halde devlet ve kamu ihalelerine girerek haksız rekabet oluşturmak, hak etmediği mevkilere yerleşebilmek için “dayı” aracını devreye sokmak, yol senin olmadığı halde aradan sıvışmaya çalışmak, “adalet gereği” senin olmayacak menfaatleri “kanunlara” uydurarak halk arasındaki deyimiyle “kitabına uydurarak” elde etmek, hiç tanımadığı kişiler hakkında iftiralar üretmek, doktora ünvanını alabilmek için para ile tezler/makaleler yazdırmak, yazılı sınavlarda elde edemediği başarıyı mülakatlarda lehine değiştirmek, ve bunun gibi ve bunlardan daha olumsuz sahnelere şahit oluyoruz, maruz kalıyoruz, mağduru oluyoruz. 

Yukarıda saydıklarımız bir toplumun “dönüştürülmesi”nin sonucu. Önceleri annelerimiz “Yapma yavrum, kul hakkı olur” diye çocuklarını yetiştirirdi. Çok entel bir cümle değil fakat hayata dair bir hakikati öğreten bir nasihatti. Kürsülerden konuşan hocaların sayısı arttı, mahallemizde bile imam hatipler açıldı, her ilçede üniversiteler var ama sokaklarımızda bunun yansıması yok. Sosyal medya hesaplarımızda paylaşımlarımız ayetten, hadisten, güzel sözden, ahlaktan geçilmiyor. Ama suç oranlarına baktığımızda, işlenen suçların içeriğine baktığımızda kimlerin yaşadığı bir ülkede yaşıyoruz, diyoruz. 

Anlatmak istediğimizi bir hafta içinde yaşadıklarımız ve tanık olduğumuz olaylar üzerinden netleştiremeye çalışacağız.

Bursa dönüşü İnegöl ilçesinde merkezde trafikte yol alıyoruz. Ana yoldayız ve yolda geçiş hakkı trafik kurallarına göre bize ait. Yan yoldan bir beyaz araba aniden çıkıyor ve önümüzden geçip yoluna devam ediyor. Şoförümüzün refleksleri iyi olmasa çarpışmamak işten değil. O beyaz araba makam sahiplerinin düşkün olduğu Avrupa çıkışlı, üst gelir grubuna ait birinin sahip olacağı bir araba. Galiba altındaki arabanın üstünlüğüne güvenerek yolda tüm geçiş haklarına sahip olduğunu düşünüyor ve kurallara uymadan başkalarını tehlikeye atarak geçip gidiyor. İşin bizi çarpan yanı arabanının içinde sarıklı kişinin toplumda “hoca” diye tanınan, ulusal gazetelerde İslam ve din üzerine yazılar yazıp ümmeti uyaran (kendi hayatına geçiremediği İslam’ı anlatınca toplumdaki bozulma kaçınılmaz), belli bir cemaatin önderlerinden biri. Şimdi bazıları içinden “Belki aciliyeti vardır. Onun için geçip gitmiştir.” diye geçirecek. O zamanda insan bir el işareti ile bunu ima ederek geçer, bir korna ile özür diler. Firavunvari bir şeklide hakkı olmayan yola dalmaz, karşısındaki arabayı tehlikeye atmaz, bir müslümana yakışır nezaketle yoluna devam eder. Bu yaşadığımız olayda davranışın altında yatan sebep bariz “güç sahibi (makam arabası olacak arabaya biniyor olabilme, kafasına taktığı sarık ile toplumda üstün yere sahibim duygusunu taşımak)” vehmederek, diğer insanların haklarını gasp edebileceği düşüncesi yatıyor. Hayatta karşılaştığımız sakat davranışlar sakat düşünüşlerin sonucu.

Bu hafta içinde yaşanan diğer olay ise futbolda yaşanan hakeme yumruk meselesi. Herkesin ortasında ve gözünün önünde futbol klubü başkanının sahaya inerek hemen hakemin yanına koşup hiç tereddüt etmeden hakemin suratına yumruk attığına açıkça şahit olduk. Buradaki şiddetin temelinde de yatan alt düşünce “Ülkede ne yaparsan yap, güç sahibi isen istediğini istediğin anda yapabilirsin. Ülkenin en üst yönetiminin mahkeme kararlarına uymadığı yerde bizde istediğimizi yaparız.” anlayışı, düşüncesi yatıyor. Hakem yanlış karar vermiş olsa bile o davranışı haketmiyor. Ama gel gör ki, bunun çözümü aklına gelen ilk şekilde davranmak değildir. İnsanı ürküten konu futbol klubü başkanını haklı bulan bir kitlenin olması. Ülkemizdeki futbolda da “güç sahibi” olmanın “haklı olmak” olarak algılandığı ve bu anlayışın sirayet ettiği tablosu ile karşı karşıyayız.

Diğer bir olay ise Meclis’te Bütçe görüşmeleri sırasında yaşadıklarımız. Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez iktidarın 22 yılda yaptıklarını 22 dakikada özet geçerken iktidar sıralarından gelen tacizlere maruz kaldı. Milletvekili Bitmez’in Bütçe görüşmelerindeki konuşmasında gerçeklerin Meclis’te dile gelmesi birilerinin tansiyonunu arttırdı. Yıllardır Meclis’te istedikleri gibi insanımızı küresel sermayeye, faizci kapitalist sisteme köle yapmak üzere çalışan iktidar vekilleri, geçmişte yaptıkları hatalar yüzlerine vurulunca kendiden geçip kürsüde konuşan vekile saldırdılar. Sahip oldukları siyasi gücü “hakkın” değil “kaba kuvvetin” hakim olması için kullanan iktidar mensupları en küçük eleştirel sözleri duymaya dayanamadılar. Ki konuşma eleştirel değildi, hepsi dünyanın şahitlik ettiği olaylardı. Bitmez’in konuşmasında tek yalan yoktu. Fakat ona saldıranlar, sataşanlar “iktidar gücünü” elde tuttuklarına inandıkları için susturmaya çalıştılar. Milletin Meclis’inde bir milletvekilinin, milletimizin duygu ve düşüncelerinin ifade edilmesini engellemeye çalıştılar. Sonucu hepimiz biliyoruz. Bitmez, Filistinlilerin tanımlaması ile artık bir “Filistin şehidi”dir. 

Ama burada büyük bir sorun, mesele ile karşı karşıyayız. Trafikte, futbolda, sokakta, hukukta karşılaştığımız “gücü hak sahibi” kabul eden zihniyet milletimizin Meclis’inde olması. Sahip olduğu “iktidar gücü” ile birilerini susturabileceğini düşünen zihne sahip insanlar, ülkemiz ve dünya için en tehlikeli insanlardır. Müslüman ve dahi insan olmak, eşrefi mahluk olmak şerefine sahip olmak, kaba kuvveti/gücü hak sebebi görmemektir. Güç sahiplerini haklı gören toplumlar tarihin sayfalarında en kötü, en çirkin şekilde yer almıştır. 

Ve yine hatırlatalım; başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere bütün peygamberler kaba kuvvete/ güce sahip olduğundan dolayı “haklı olduğunu düşünenlere” ve bu zihniyet üzerine yaşayanlara; “iyiyi, güzeli, doğruyu, faydalıyı ve adaleti” yani “Hakk”ı tebliğ etmiştir. 

Bir toplumda çözülmenin sebebi bu temel esastan uzak kalmaktır. Toplum için belirlenmiş kuralların dışına; sahip olduğu mevki, sahip olduğu dayı, kasalarındaki paralara güvenerek çiğneyebileceğini düşünenler yüzünden toplumda ciddi çürümeler yaşanmaktadır. 

Şükür ki, Meclis’te artık “iyiyi, güzeli, doğruyu, faydalıyı ve adaleti” savunan, kaba kuvveti, güç sahibi olmayı değil; “Adalet” ölçülerini “Hakk” sebebi gören bir grup var.


19 Aralık 2023


https://www.milligazete.com.tr/makale/18429932/elif-ors/iyiye-guzele-dogruya-faydaliya-ve-adalete-dair

Ey Sakallı Hüsnü Amcam! Senin Verdiğin Oyun Bedelini Gazzeli Bebekler mi Ödeyecekti?

Her şeye her duruma rağmen bir bayramı geçirdik. Dilerdik ki, yeni bir tazeleniş olsun, bir muhasebe olsun hac günleri. Müslümanlar Allah’...