Son yüzyılımızın en büyük kargaşası kavramlar üzerinden yaşanıyor. Kavramları elinde tutanların bulanıklaştırdığı bir ortamda kim kime neden düşman ya da dost sorgulayamıyor. İktidarı, bilinenin ve tekrarlananın aksine ne siyasiler, ne para babaları, ne silaha sahip olanlar elinde tutuyor. Dünyayı, kavram üreten, kavramlara manalar yükleyen, kavramları yaygınlaştıranlar yönetiyor. Yaşadığımız çağa yön veren, sömürü dünyasını kuranlar kavramları onların dilinden konuştuğumuz için bizi köle gibi çalıştırıyorlar. (Not: Burada kastedilen dil ne İngilizce, ne İspanyolca, ne de diğer sömürgeci dillerdir. Kastedilen dil dünyayı algıladığımız, yorumladığımız dildir. Bizim dilimizin merkezi 1 Kasım 1928’de değiştirilmiştir. )
Eğer dininizin emri gereği başörtülü, tesettürün şartlarını yerine getirmeye çalışan birisiyseniz ya da sakal bırakmış biriyseniz en çok karşılaştığınız tavır size yakıştırılan sıfat ‘Bu kesin muhafazakârdır’ oluyor. Her çeşit konuda sık sık ‘siz muhafazakârlar bu konuda ne düşünür? Siz muhafazakârlar ne tür müzik dinlersiniz, ne seyredersiniz, ne okursunuz?’ sorularıyla muhatap olmak zorunda kalıyorsunuz. ‘Ben muhafazakâr değilim, fakat İslam’da durum şöyledir’ diye anlatmaya başladığınızda karşınızdaki kişinin şaşkın bakışlarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu tür olaylarla karşılaştığınızda, “muhafazakâr” kavramının üreticilerinin istedikleri bulanık ortamı nasıl oluşturduğunu görüyorsunuz. Kavram üreticilerinin zihinlerde meydana getirdiği algı yönetimi ile kimliğinizin ne olduğu konusunda mağdur oluyorsunuz.
Bu algılayışın sebebi muhafazakârlıkla dinin, dindarlığın eşitlenmesi, yanlış algısından kaynaklıdır. Müslümanlığının gereğini yerine getirmeye çalışanlara muhafazakâr diyerek işin içinden çıkılmaya çalışılıyor. Oysa muhafazakârlık tarihin hiçbir zamanında İslam dininden neşet etmiş bir kavram olmamıştır. İslam tarihinin ne siyasi literatüründe ne de dini tanımlar kapsamında böyle bir anlamlandırma yoktur. Bu tanım Avrupa’da değişen siyasi olaylar sonucu ortaya çıkmış, olan düzeni savunan, korumaya çalışan kişileri ve partileri anlatır. Bizim tarihi serüvenimizde Avrupalıların yaşadığı türden deneyimler yoktur. İnsanların başörtülüleri, sakallıları ve İmam- Hatip Lisesi mezunlarını ‘muhafazakâr’ diye tanımlamaları, iktidar mensuplarının ‘Biz Muhafazakâr Demokratız’ demeleri sebebiyledir. Uzun cümlelerle kendi yormak istemeyenler durumu kısaltarak demokrat kısmını atıyorlar. Elimizde muhafazakârlık kalıyor.
Gözlerimizden ve gündemimizden kaçırılan diğer bir konu ise her görüşün, yapının muhafaza-kârı vardır. Cari olan sistemin devamından her daim faydalanırlar. Ülkemizde en muhafaza-kâr olan kesim ise solculardır. Yıl olmuş 2016 hâlâ milletin değerleriyle savaşmaktan geri durmazlar. Diğer bir kesim muhafaza-kârlar da serbest ekonomik sistemin iş adamları, temsilcileridir. Halkın üzerinden elde ettikleri servetlerini korumak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.
Kavramlar üzerinden oluşturulan kavga ortamı yaşadığımız dünyanın gerçekliğini görmemizi engelliyor. İnsan eliyle oluşturulan tanımlamalar başta İslam Dünyası olmak üzere tüm dünyayı savaş alanına çeviriyor. Bu ülkenin evladı olarak benim kimliğimi tanımlamak için “Müslümandır” ifadesi yeterince açıklayıcı, kapsayıcı, sonradan türetilmiş ‘batı’ çıkışlı kavrama sıkıştırılamayacak kadar nettir. Ayrıca batıdan ithal edilmiş, uyumlaştırılmış kavramlara da ihtiyaç yoktur.
Muhafazakârlık, Türkiye siyasi tarihinin son on üç yıllık döneminde 28 Şubat’ın getirmiş olduğu korku tünelinden sebep kendi geçmişini inkâr edip hem içteki hem de dıştaki egemenlerle iş tutmayı kafaya koyanların kendini tanımladığı bir kavramdır. Bu milletin ruh kökünden gelen, genlerine kodlanmış “Milli Görüş” yerine seçim kampanyalarında yapılan halkla ilişkiler çalışmalarının sonucudur Muhafazakâr Demokrat’lık!
Bizce bir muhafazakâr demokrat tanımı yapmak gerekirse; cihad farzını terk ederek, küresel emperyalizmle hiçbir koşulda ters düşmeyen, cari olan düzenin değişmesine dair hiçbir fikri olmayan, ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulmasına inanan insanları alaya alandır.
Muhafazakârlar, siyaset sahnesinde 28 Şubat postmodern darbesinin sonucu olarak yer almışlardır. O süreçte yaşanılan baskı ve korku neticesinde ülkede oluşan vesayet sistemine karşı halkın, ‘özgürlük’ taleplerine cevap vermek iddiasıyla iktidara talip olmuşlardır. Ancak iktidarlarında mecliste temsil etmesi gerektiği bu ülke evlatlarının özgürlük taleplerini karşılamak yerine, ‘Batı’ tarafından çizilmiş çerçevenin dışına çıkmadan sadece kendi çıkarlarına uygun bir özgürlük sahası oluşturmuşlardır. Herkesin sevindiği kamu alanında serbest olan ama dünyanın egemenleriyle hiçbir derdi olmayan bir başörtüsü serbestliği!
Uzun lafın kısası. Her sakallı dede, her başörtülü muhafazakâr değildir. Muhafazakârlıktan beriyiz!
Milli Gazete/ 19 Aralık 2015
https://www.milligazete.com.tr/amp/makale/849736/elif-ors/her-sakalli-dede-her-basortulu-muhafazakar-degildir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder