Yerel seçimler sath-i mahallindeyiz. Her seçim önemlidir. Fakat ülkemiz için son seçimin daha da önemli olduğu bir süreçteyiz. Zira insanlarımızın algılarıyla tarihte hiç olmadığı kadar fazla oynandığı günleri yaşıyoruz. Ülkemizde her şey birbirine karıştı. İktidarı elinde tutanlar ve muhalefet edenler arasında ‘horoz dövüşü’ siyaset anlayışı devam ediyor.
Seçim dönemlerinde demokrasi gereği adaylar, seçmenlerine kendilerini tanıtabilmek için yapacakları hizmetleri anlatır. Yerel seçim dönemlerinde adayların yaşadıkları şehrin sorunlarına dair çözüm önerileri sunması beklenir. Yaşadığımız seçim sürecinde ise sanki genel seçimdeyiz ya da her belediyenin başına başbakanı seçecekmişiz gibi seçim kampanyalarıyla muhatap oluyoruz. Halka hizmet diye vaat edilen şeylere baktığımızda İç Anadolu şehirlerinde bile İstanbul Boğaz’ına yapılacak köprüden bahsediliyor. Yaşanabilir şehirleri kurmaktan bahsetmek yerine oyalamaya yönelik vaatler bize sunuluyor.
Madem yerel hizmetlerden bahsedilmeyecek, biz de iktidarın 12 yılda neler yaptığına şöyle kısaca bir bakalım:
- 1 Mart Tezkeresi olarak bilinen “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelerine gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” hükümet yetkililerinin tüm çalışmalarına rağmen meclisten geçirilemedi. Fakat 1 Eylül 2004 tarihli Resmi Gazete’ de yayınlanan ‘ABD’ne ait hamulesinin ithal/ihraç ve ülke içi nakil ve tevziine dair tebliğ’ ile 7 deniz limanı, 6 havaalanı ABD’nin hizmetine sunuldu. Böylece ABD’nin Irak işgaline destek olundu. Irak işgalinde resmi sonuçlara göre bir buçuk milyon insan hayatını kaybetti.
- Ülkemizin birçok şehrinde cemaati olmayan yerde kiliselerin tamir edilmesi, tarihi sembol olan kiliselerin ibadete açılması için iktidar tarafından üstün gayret gösterildi. Bu arada Ayasofya Camisi halen müze statüsünden çıkarılmadı. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirilen Hıristiyan Ortodoks Birliği toplantısında sonuç olarak “Ayasofya camiye çevrilirse yekvücut oluruz” tehdidiyle karşı karşıya bırakıldık. Kendi ülkemizde camimize bile sahip çıkamaz duruma getirildik.
- AB ile ilişkileri sağlamak için ‘Avrupa Birliği Bakanlığı’ kuruldu. Kapısında ömrümüzün çürüdüğü ve alınmayacağımız açık açık söylenen Avrupa Birliği için özel bakanlık kurulması Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu iktidara nasip oldu. Oysaki nihayetinde dünyadaki kan, gözyaşı ve sömürüyü durduracak, İslam Birliği’ni sağlayacak, projeleri hazır D-8’ler ile ilgili böyle önemli bir çalışma yapılmadı.
- AB uyum sürecinde zina suç olmaktan çıkarılması, domuz kasaplık et sınıfına dahil edilmesi, ezan genelgesi yayınlanarak ezan sesinin kısılması, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarından bazı ayetlerin çıkarılması, hutbelerden “Allah katında hak din İslam’dır” ayetinin yasaklanması ve bunlar gibi bir çok ahlaki değerlerimizi hiçe sayan yasalar meclisten geçirildi. Okul müfredatlarından İslam kaynaklı kırk kadar kavram yasaklandı. Üstelik üyesi olmadığımız halde meşhur papa heykelinin önünde Avrupa Birliği Anayasası’na imza atıldı. Birliğe kabul edilme rüyasıyla Kuzey Kıbrıs’ta kazanılmış haklardan vazgeçmek pahasına Annan Planı’na ‘EVET’ diyerek KKTC’nin eli zayıflatıldı.
- Meclis’ ten geçirilen ‘Vakıflar Yasasıyla’ azınlık cemaatlerinin en geniş manada haklar elde edilebilecek düzenlemeler yapıldı.
- Gezi olayları sürecinde insanlar çatışma ortamına sürüklenirken 1 Haziran 2013 tarihli Resmi Gazete’ de yayınlanan “Yeni Petrol Kanunu’yla, ‘Millî menfaatlere uygunluk’ ifadesi yasadan çıkarılıp, yabancı sermaye kazançlı duruma getirildi.
- Ülkemizde ‘başkanlık sistemi mi’ yoksa ‘yarı başkanlık sistemi mi’ olsun tartışmalarının ardından 15 Temmuz 2008 tarihli “Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun”la yabancılara toprak ve taşınmaz satışının önünün açan çalışmalar yapıldı. Bu kanun iki kere Anayasa Mahkemesine gönderilmesi ve ret edilmesine rağmen 12 Mayıs 2011 tarihinden itibaren kesin uygulamaya girdi. Böylece yabancılara toprak satışı 600 dönüme çıkarıldı.
- Tüpraş, İskenderun Demir-Çelik, Türk Telekom vb. gibi stratejik öneme sahip, kâr getiren, üretim yapan fabrikaların özelleştirme kapsamında yok pahasına satılması sonucu ekonomimizin üretim ayağının çökertilmesi gerçekleşti.
- Fas’tan Endonezya’ ya kadar yirmi kadar ülkenin sınırını değiştirmek, yeryüzünde ırkçı emperyalizmin nihai hedeflerine ulaşmasının sağlayacak olan Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkan olmak ve bununla övünmekte bu iktidarın en önemli icraatlerinden biri oldu.
- Libya konusunda önce ‘NATO’nun Libya’da ne işi var’ derken, sonra NATO’nun merkezi İzmir’de kuruldu. Ülkenin stratejik ve tarihî şehirlerine NATO’nun Füze Kalkanları yerleştirildi. Bu sebeple komşularımızla ilişkilerimiz iyice gerildi.
Nihayetinde günümüze geldiğimizde birbirine tahammül edemeyen insanların yaşadığı bir toplum haline getirildik. Ekonomide ise tarımda kendi kendine yetebilen sayılı ülke konumundan samanı bile dışarıdan ithal eden ülke durumuna düşürüldük. Dış politikada askerinin başına çuval geçirildi, açık denizde gemisine saldırıldı ve gerekli cevap hükümet tarafından verilmedi, sorunu olmadığı tek komşusu kalmadı. Kısacası dış politikada şahsiyetli politikalar ortaya konulmadı.
Bunlar kavga kargaşa ortamında gözlerden kaçırılan, insanlarımızın gündeminden düşürülen, ağır bedellerini torunlarımızın ödeyeceği gerçek gündem ve icraatlerdir.
Ne, hâlâ siz CHP gelir diye mi korkuyorsunuz?
Milli Gazete/ Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder