Aralık 24, 2024

“Büyük Oyunu” Artık Bozun!

     İnsanların zamanla kazandığı alışkanlıkları vardır; iyi ya da kötü. Alışkanlık haline geldiği için insana özündeki cevheri harekete geçirmesini engeller. Bulunduğu noktadan adım atmasını engeller. Belli bir zaman sonra otomatik hale geldiği için de insandaki heyecanı, merakı, harekete geçme motivasyonunu azaltır. Hele de kötü alışkanlıkların sonuçlarının kötü olduklarını görmüşlerdir ama kendilerini bir türlü alı koyamamışlardır o alışkanlığı elde etmekten. İnsan bu durumu farkettiğinde de ömrünün geri kalanını o alışkanlıklarını bırakmak için harcar. Merak yüzünden deyin, zayıflıkları yüzünden deyin.

    Toplumların da böyle kötü alışkanlıkları vardır. Dillerden dile nesillerden nesile aktarırlar. Ama genelde de o alışkanlıkları bırakma dertleri olmaz. Bizim toplumumuz için bu şu cümle ile vücut bulmuştur: “Türkiye üzerine çok oyunlar oynanıyor. Ülkemiz üzerine “büyük oyun” oynanıyor.” Bir de bunu ilk defa kendileri keşfetmiş gibi ekranlarda konuşanlar var ki, evlere şenlik. Evet, ülkemiz bulunduğu coğrafya ile sahip olduğu köklü geçmiş ve gelecek potansiyeli ile birçok küresel planların hedeflerindedir. Ama arkadaşlar bu yeni bir durum değil ve bunu ilk söyleyen siz değilsiniz.

Tarih boyunca dünyada siyasi alanda hakimiyet elde etmek isteyenler Anadolu coğrafyasına hakim olmak için ayrıca çalışmışlardır. Biz bu coğrafyada Anadolu Selçukluları dahil bin senedir varız. Osmanlı’nın son dönemlerini bu topraklarda tutunma çabası olarak yorumlarsak yanlış bir şey yapmış olmayız. Osmanlı’nın en kuvvetli olduğu dönemlerde de dahil zaten hep hedefte idik. Erbakan Hoca’mızın Almanya’da bir makina mühendisi öğrencisi olarak tanık olduğu olaydan sonra hocası Mehmed Zahid Kotku hazretlerine yazdığı mektuptan beri “Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki” oyunlardan ve planları biliyoruz. Yeni bir şey keşfetmiş gibi yapmanız sebebi nedir?

Mahalle kahvelerinden tut en derin stratejik konuların ele alındığı kurumsal çalışmaları yapan yerlerde de bu konu değişmeyen gündem maddesi. “Artık bu meseleyi konuşma alışkanlığından vazgeçip harekete geçmenin zamanı gelmedi mi? Bu sözü milletimizin direnç noktasını kırıp hareketsiz hale getirecek halden çıkarıp aksiyon haline getirecek bu topraklara dair bizim planlarımızı konuşmanın vakti gelmedi mi?” Diye düşünceler geçiyorsa aklınızdan kusura bakmayın da kendi ülkenizin yakın siyasi tarihini bilmiyorsunuz demektir. 

Milli Görüş bu topraklar üzerine yapılan planları bozan tek siyasi görüş ve güç olmuştur. Milli Görüş; hem küresel güçlerin ülkemiz üzerinde oynamak istediği planları aşikar etmiş, hem bu hareketleri durdurmak için gayretle çalışmış hem de kendi toprağı üzerine kendi “büyük oyununun kurucusu” olması için görev üstlenerek D-8 gibi küresel bir kurumu çok kısa zamanda kurmuştur. Bu uğurda dört partisi kapatılmış, kitlesi birden fazla siyasi yapıya bölünmüş, ülkemizden daha fazla küresel operasyonun hedefi olmuştur. Milli Görüş’ün son partisi Saadet Partisi de ülkemizin üzerine oynanan oyunların bozulması için ellerinden gelen tüm çalışmaları yapıyorlar. Örneğin son seçimdeki tavrından bunu rahatlıkla okuyabiliriz. 

Bu gerçekleri gözardı ederek hâlâ “Türkiye üzerine çok oyunlar oynanıyor.” sözünü dillendirenler şu an milletimizi oyalamaktadır. Çözümü apaçık şekilde ortada duran D-8’leri harekete geçirmek için çalışmamak -ki D-8 sadece ülkemiz üzerine değil tüm dünyada müslümanlar ve mağdur insanlığın üzerine oynanan oyunların bozucusudur-, bu toplumların arasına mezhepçilik, ırkçılık gibi bölücü hareketleri söylemleri ile kışkırtmak tek kelime ile insanlığa ve ümmete ihanettir. Ekranlarda, üniversite kürsülerinde gerçeğin bir kısmını söyleyip “Türkiye üzerine çok oyunlar oynanıyor” bunun çözümünü anlatmamak bir tür manipülasyon ve dezenformasyondur. Küreselleşen dünyada tek başına hareket etmek sahada küresel güçlere karşı hareketinizi zorlaştırır. Türkiye’deki iktidarın şu an yaşadığı gibi. Durmadan “Türkiye üzerine çok oyunlar oynanıyor.” sözünü bir alışkanlık şeklinde söylemek insanımızın hareket sahasını kısıtladığı gibi. 

Ülkemiz üzerine oynanan oyunlara dair konuşmalar yapanlar Erbakan ve Saadet Partisi/ Milli Görüş’ü anmadan devam ederlerse korkarım tarihe “milletlerini ninnilerle uyutarak milletlerinin özündeki gücü pasifize ederek onları hareketsiz kıldılar” suçu ile geçeceklerdir.



9 Ocak 2024


https://www.milligazete.com.tr/makale/18791816/elif-ors/buyuk-oyunu-artik-bozun




Aralık 11, 2024

Frankeştaynlar* Çağı


    Spot:*** Dünyada insanlar iki iş için çalışır aslında hangi işi yapıyor olurlarsa olsunlar. İnsan toplumu ya ifsat etmek için çalışıyordur ya da ıslah etmek için. Tüm bilimsel çalışmalarda sanıldığının aksine hep insanlığın iyiliği için değildir. Bilimsel çalışmaları yapanların inanç ve değerlerine göre iş üretirler. 


    *** Teknolojini gelişmesiyle dünyada yaşanan değişimin ne kadarı insanlığa faydalıydı? İnsan için tahribata uğrayan doğa kimin eseriydi? Hem dünyadaki nimetleri yok etmeden hem de insana faydalı olacak teknoloji geliştirilemez miydi? Eko sistemdeki canlıların hayatını tahrip ederek elde edilen teknolojik gelişme (!) gerçekten bir gelişme miydi?


    ***Müslümanlar olarak dünyanın yönetimini batının insiyatifine bırakılamayacağını idrak etmek zorundayız. Her yapılan iş, o işi yapanın inanç ve değerler dünyasını ifade eder. Batı’nın yapmış olduğu bilimsel çalışmaların sonuçlarını da görüyoruz. Bu bilgiyle müslümanlar halife yaratılmış olmanın getirdiği sorumlulukla her alanda söz söyleme yetkinliğini kazanmalıdır. 


Elif ÖRS

    Yirminci yüzyıla Dünya savaşlarla girdi. İki tanesi dünya savaşı olmak üzere bir çok irili, ufaklı savaşlar gördü bu yüzyıl. İşgaller, bağımsızlık savaşları, paylaşım savaşları, kabile savaşları. Bu yüzyılda meydan savaşları yerini kitle imha silahlarının kullanıldığı savaşlara bıraktı. Uçak savaşta ilk bu yüzyılın başındaki savaşlarda kullanıldı. Daha sonra ise II. Dünya Savaşı’nda atom bombası kullanımına şahitlik etti. Askeri alanda gittikçe vahşileşen silahların yerine yeni silahlar da icat oldu. Silahlar gibi yakıp yıkmasa da daha tehlikeli olan silahların keşfi kullanımı da bu yüz yıla aittir. Biyolojik silahlar gibi. 

    Batı zihniyetinin bakış açısına göre dünyada “kaynaklar kıt ama ihtiyaçlar sonsuz” olduğu için dünya nüfusunda belirli kısıtlamalara gidilmeliydi. Bu düşüncenin göstergesi olarak iki dünya savaşının çıktığı merkezin Avrupa olması çok şaşırılacak bir durum değildir. Batı dünyayı yönetirken, yönetim anlayışını kıt kaynaklar-sınırsız ihtiyaç teorisi üzerine kurduğu için dünya nüfusunda doğal bir planlamayı sağlamak adına savaşı bir yöntem olarak kullandı. 

    Sanayi Devrimi sonrası durmadan ve hızla değişen teknoloji, her alanda önü alınamaz bir tabloyu ortaya çıkardı. Teknoloji sadece insanların işlerine kolaylaştırmıyordu. Teknoloji, fordist üretim yöntemiyle kitlesel üretim süreciyle toplumlar kitle haline geliyordu. Bu kitlesellik ölümlerde de kendini göstermiştir. Son yüzyılımız ise tüm insanlığın dünya kurulalıdan beri gördüğü tüm kötülüklerden daha fazlasını bu zaman diliminde yaşadı. Teknoloji genellikle önce askeri alanda kullanılmıştır, geliştirilmiştir. Hangi alana bakarsak bakalım önce askeri alanda kullanılmış sonra sivillerin kullanımına açılmıştır. İlerleyen zamanlarda askeri alanda yapılanlar işlerin daha etkili ve yıkıntısız bir şekilde kullanma yöntemleri bularak kurmuş oldukları sömürü sistemini devam ettirmenin başka yollarını bulmuşlardır. Bu yöntem biyolojik silah üretimi, insan ırkında daha doğmadan engel olanları tasfiye etme, kendi istedikleri istedikleri formda ‘insan üretme’ çalışmaları olmuştur.

    Bunu en bariz şekilde Nazi Almanyası’nda görmekteyiz. “Ari ırk” dedikleri tüm dünyayı yönetme hakkına sahip olan sağlıklı Almanların kanından doğan, sarışın, mavi gözlü ve uzun boylu bir insan üretme çalışmasıdır. Almanların dışındaki insanları "İkinci sınıf" kabul eden ve bu insanların çoğalmasını sınırlayarak, insan ırkının iyileştirilebileceğine inanan Alman bilim adamlarının (!) çalışmalarıyla  “Ari ırka” dayalı bir dünya imparatorluğu kurulmaya çalışılmıştır. Sonucu ise II. Dünya Savaşı ve dünyada yıkım!

    Sanılmasın ki Hitlerin bu hedefleri Naziler ile birlikte tarihin sayfalarına gömülmüştür. Dünyada insanlığın gelişimi ve sağlığı (!) için insanların genleriyle oynayıp ‘kusursuz insan yaratma/üretme’ çalışmaları devam etmektedir. Bilimsel çalışmalarla insan sağlığı ve sağlıklı bir yaşamı temin etmek için yapılan bu çalışmaların sonucu nereye varacak tahmin bile edilemiyor. Fakat kobaylarda denilen yöntemlerin çok masum olmadığı zaman zaman ajans haberlerinden sızan bir takım gerçekler.

    Son zamanlarda çok tartışılan konu olan “genetiği değiştirilmiş/oynanmış besinler” meselesinde daha insanları aydınlatan sonuçlar elde edilememişken bilim dünyası “genetiği değiştirilmiş insan” insan üzerine çalışmalar yapmakta. İnsanın daha iyi yaşaması, daha iyi çalışması ve daha sağlıklı olması mottosuyla çıkıldığı söylenen bu yolda belki de bilim tarihindeki en önemli duraklardan birine gelinmiş durumda: “Yapay rahim!” İnsanoğlu ya da daha özel ifade ile bilim adamları Allah’ın yarattığı kurallara göre insanların faydasına olacak çalışmalar yapıyor yoksa fıtratı değiştirme çalışmalarını mı? Bunu daha konuşacak müslüman bir dünyadan bahsedemiyoruz maalesef.

    Yapay rahim çalışmasını yapan tasarımcılardan biri yapay rahim için gelecekte kadınların bir yaşam biçimini olduğunu söylüyor. Ve çalışmanın temel düşüncesini şöyle ifade ediyor: “Çünkü bu sayede kadınlar sabah bulantılarını ya da vücutlarındaki değişiklikleri düşünmek zorunda kalmayacak. Ayrıca bu, birçok kişi için enteresan olabilir, mesela eşcinsel erkekleri düşünebilirsiniz. Toplumda doğal üremenin ideal olduğu inancı var. Tek yol doğal üreme değil.”

    Yapılan araştırmalara göre dünyada her yıl 15 milyon prematüre bebek doğuyor. Bunların yarısı çok erken doğduğu için hayatını kaybediyor. Bu problemin çözümü için çalıştıklarını söylüyor fikrin sahipleri. Peki, neden 'aşırı prematüre doğum'ların azaltılması ve kadınların doğal bir şekilde doğumlarını yapabilmesini sağlayacak sistemler üzerine çalışılmıyor? Aşırı prematüre doğan bebeklerin hayatta kalması için yapılan bu çalışma kadını üretim alanında tutup daha fazla kadın iş gücünden faydalanmayı içeriyor mu? Aşırı prematüre doğan bebekler için ortaya atılan bu fikir nereye kadar gider? Kadının ve ailenin yaşam şartlarının iyileştirmek yerine meseleleri yapay yöntemlerle çözmeye çalışan bu projeleri kim finanse etmektedir?  

    Bu ve bunun gibi bir çok soruları barındıran çalışmada ise gözden kaçırılmaması gereken yapay rahim üzerine çalışan yetkilinin “Toplumda doğal üremenin ideal olduğu inancı var. Tek yol doğal üreme değil.” açıklamasıdır.

    Müslümanlar olarak dünyanın yönetimini batının insiyatifine bırakılamayacağını idrak etmek zorundayız. Her yapılan iş, o işi yapanın inanç ve değerler dünyasını ifade eder. Batı’nın yapmış olduğu bilimsel çalışmaların sonuçlarını da görüyoruz. Bu bilgiyle müslümanlar halife yaratılmış olmanın getirdiği sorumlulukla her alanda söz söyleme yetkinliğini kazanmalıdır. 


*Frankeştayn: İngiliz yazar Mary Shelley’nin yazdığı felsefi bir romandır. Konusu; Victor Frankenstein adındaki bir tıp öğrencisinin hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yapmayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşmayı istemesi üzerine yapmış olduğu/üretmiş olduğu insanın hikayesidir.


Aralık 2019, Maaile

Kaynak:

https://www.facebook.com/bbcnewsturkceservisi/videos/2869903879703718/?v=2869903879703718

https://www.bbc.com/turkce/haberler-3971855



Ey Sakallı Hüsnü Amcam! Senin Verdiğin Oyun Bedelini Gazzeli Bebekler mi Ödeyecekti?

Her şeye her duruma rağmen bir bayramı geçirdik. Dilerdik ki, yeni bir tazeleniş olsun, bir muhasebe olsun hac günleri. Müslümanlar Allah’...